Hayat saçlarımdan daha kısa

Kanatları acıyor bazen insanın..
Gök damlıyor içine. Damdan içeriye güvercinler falan.. Dilim dönmese de anlayın siz..Ben böyle şeyleri tam anlatamam..Geçmiş ya da yarın meğerse ne ölüymüş! An be an şifalandıkça sevgiyle ve birlikten doğana meylederken yanaşıveriyoruz tünelin ucundaki kudrete..Metrekare başına bıraktığım düşünce sayısından volta atacak yer kalmadı halüsinasyonlar içindeyken bile. Balkondaki saksılarımda hayat başlamış. Odamın penceresinden aniden içeri giren,yolunu kaybedip bana sığınan muhabbet kuşum kafesini kirletmiş. Biraz yazmak,bolca düşünmek,çokça söylemek ve epeyce susmak arasında yeni kainatlar içindeymişiz bizde..Dünya uyansa da bazı gerçeklere,içimden birileri başka uyanışlara gebe..Bir yol kenarı pansiyonu sessizliğindeyiz... Yine de koşarak uzaklaşan kabasakallılar yok değil içimizden karşı birilerine..Tam böyle anlarda benden adam olmayacağını daha iyi anlıyor gibiyim..Israrla kendimi sevgiye davet etmek niye? Ve biliyorum ki küçümsedigim bir şeyler olduğunda kendim de küçülüyorum..Küçük balık-büyük balık ilişkisinden çok daha yüce şeylerin olduğunu bilen de yine benim..Okyanusta zerre olmanın verdiği önlenemez rahatlık var şimdi üzerimde..Nasıl davrandıysam kendime, hayattan aynısını aldığımı bilecek kadar da yaşadım..Kimi seversem ona döndüğümü, neyden nefret ettiysem onun başıma geldiğini inkar edecek de değilim zaten. Frizbi gibi hayatın kendisi.. 
Mütevazı olup başa gelen her şeyi çekmek gerek kısacası.. Gayet tabi mütevazı olamayacağım konular da yok değil. Dünyanın en iyi yazarı olmadığımı biliyorum bi zahmet. Lakin kıyıda köşede kalmış ve muhtemelen yıllar sonra dünyanın en iyi yazarı olacak kelime avcılarının tamamını da şimdiden tanıyorum. Nitekim bugünün efsanelerini on yıl önce herkes radyonun resimlisi zannederken de ben oradaydım.. Edebiyatın gevrek kokusunu alma kabiliyetim; ıslıkla dolmuş durdurma kabiliyetimle beraber Tanrının verdiği yegane yeteneklerimden anlayacağınız.. Evlat sevgisinin yerini yeğen sevgisiyle doldurabilecek kadar da zekiyim..Zira okula başlamadan daha aile bireylerinin adını yazabilecek kadar da okuma yazma öğrettim..Bazı şeyler bardakta durduğu gibi durmuyormuş gerçekten..Hangi balık hangi mevsimde nerede yenir bana soracaksın mesela. Fırında sütlacımın bir dünya markası olduğu gerçeği ise yadsınamaz bir doğru olarak raflardaki yerini çoktan aldı.. Yılmaz Güney'in Yalpa'sının tüm sanal alemden yasaklanacağını önceden kestirip ilk okuyanlarından olduğumdan bahsetmiyorum bile. Hangi vodvil gülmekten öldürür,hangi temsil aylarca süründürür sorularının cevabı da yine bende. Enver Paşa'nın Kafkas Cephesindeki çabalarını, Birleşik devletlerin çok kıskandığım Yalnızlık Politikasını, Soğuk Savaş'ın ne kadar soğuk olduğunu, çıldırarak şiirin kanıma nasıl zerk edildiğini, oturarak yazamadığım bir mısrada mısırlılara kimi öğrettiğimi, en yan kesici ilacın hangisi olduğu konularında falan da kendime yetecek kadar iyiyim. Kendi gitar telimi söküp takabilecek kadar kendime yettiğim de doğru.. Bunların dışında pek bir şey yokmuş meğer.. Bir hastane koridoru çaresizliğinde anlıyor insan. Hayat kısa ve kuşlar da Muslera da uçuyor işte..Yine de otuz dokuz derecenin altına düşer düşmez en azından kendime biraz daha vakit ayırabilirdim diye düşünüyorum.. Zira ben tünelin ucundaki ışığı daha öncede görmüş biriyim..Üstelik taklalar ve diken dolusu tarlaların içinde değildim bu sefer..
Ve tüm olumsuz faaliyetlere rağmen , hikâyesi Kemalettin Tuğcu tarafından yazılan insanlara sesleniyorum.. 
Her şeye inat yine de yaşamaya değer!
Çünkü biliyorum ki; ecza dolabımızdaki tüm ilaçlardan daha güçlü bir iksir var kendi içimizde..
Sevgi..
Ama değil öyle anlık ya da gündelik..
Bir kırlangıcı sever gibi..
Sevmeye, bizi sevmeyenden başlayarak üstelik..

Yorumlar

Popüler Yayınlar