Tanıdık leyleği olanlar

Gardırobumu düzenlerken alıp alıp askıya astığım ve hiç giymediğim tam on dört tane gömleğim olduğunu farkettim. Çift kişilik kırmızı koltuğuma serdim hepsini tek tek. Nereden ve ne zaman aldığımı hatırlayınca da yerine kaldırdım. Muhtemelen bir zaman sonra yine çıkacaklar karşıma,ben de ne zaman almıştım bunları diye düşüneceğim..
Suntadan yaptırdığım kitaplığımı ilk defa düzenlemedim. Şair Evlenmesi'ni okuyup özensiz bir şekilde camdan masamın üzerine attım. Babamla ilk defa balığa gittim. Çocukken bana neden saz almıyorsunuz diye evin camlarını indirmişim,babam anlattı. O bana balık tutmayı öğretirken bende ona tenekede tavuk yapmayı öğrettim. Kötü esprilerine tanıklık ettim, ne yani hiç mi komik değil?dediğinde de gerçekleri söyledim.
Haberleri uzun zamandır kendi yaşam alanımda eğer içimden geliyorsa takip ediyorum. Adını bile bilmediğim ünlüler türemiş, yeni şarkılar yazılmış sonradan fark ettiğimde.. Yeditepe İstanbul çok güzel diziydi bir de.. Televizyon izlemeyi bırakmıştım bende o bitince.. 
Cam masamda gözlerimle savaş halindeyim. Levent Yüksel'i anlayamayan hayatı kendi sololarımda farkediyorum ve  annemin böyle güzel dolma yapmayı kalemlerimden öğrenmiş olmasını diliyorum. Yumuşak yastıkta asla uyuyamıyor olmama rağmen kanepede ara sıra sızabilmeme anlam veremiyorum.. Kendi kendine konuşabilme yetisine sahip tüm alafranga iç'ler gibi, açıklanamayan bir intihar girişimi; saatin akşam her olduğunda geriye geriye işlemesi..
Bir balığın ağzından farksız avuçlarımı yağmur dolduruyor bende ellerimi açıp açıp kapatıyorum şimdi...Arada bir göğsüme yıldırım düşüyor..Duvarlar yıkılıyor falan. Son savaşın üzerinden bir kaç gün geçmiş gibi gökyüzü..Şairler kalem bırakmış gibi..Dünya sadece şiir yazılan bir yer olsa ne de güzel olurdu farkındalığı vuruyor bir de..Ve tüm gerilla kelimelerimi; bir apartmanın penceresinden sarkıttığım sepetimin içinde hemoglobin molekülü satan bakkala doğru sarkıtıyorum..Bir paket sigara karşılığı yanında yoğurt da alıp bırakıyorum bombaları mahallemin en orta yerine..
Cemal Süreya'yı azalta azalta ; İsmet Özel'i birden keserek bıraktım.
Çocuklarla oynadım,ata binmeye götürdüm onları..Sipariş ettiğim kitaplarım uzun zaman sonra elime ulaştı. Tek solukta üç yüz seksen altı sayfayı duman ediverdim.. Yerini unuttuğum kitaplarımı nereye koyduğumu hatırladım nihayet. Kitap alınır alınmasına da yine, insan korkuyor işte..Aynı yerlerin altını tekrar çizemezsem diye..
Kendime sözler vermeyi ne zaman öğrendiğimi hala hatırlamıyorum ama..
Sevgi ise öğrenilen bir şey mi derseniz? Evet, öğrenilen bir şey..Bu hayattaki tüm ihtiyaçlarını bir başkasının yükü olmadan karşılayabilmek için önce kendini sevmek zorunda insan. Koşulsuz ve şefkat dolu.. Kendimize günlerin sonunda " Aslında sende kötüsün be yavrucum , hadi oralarımızı onaralım" demediği sürece sorunu sürekli karşı tarafta arayacak insan. Etrafın tecrübesini seyredebilmek, her duyguya az da olsa mesafe koyabilmek, öfke krizlerini kendi içinde çözebilmek,kendini yerdiğin kadar sevebilmek , eleştirilerin içine kendini dahil edebilmek ve her bir sonucun sebebi olabileceğini anlayabilmek bir içe dönüştür.. Bir çiçeği bile bir alana yerleştirirken günlerce düşünürsün. Bütüne bakarsın , verimliliğe ; o alanın o çiçeği nasıl karşılayabileceğine..Derken aslında bütün için detaya bakmaya başlarsın.. Ve bir çiçek sana detaya bakmayı öğretir böylece. Hayat boyu birçok şeyi denemeye çok açık biriyim ama yine de nevrim duvarlarla dolu. O duvarları yıkmak,nerede o duvara ihtiyacımın olduğunu bilmek,rahatsız olduğum şeyi açıkça dile getirebilmek çokca zamanımı aldı..Bizimkilere kalsa hala öyle biriydim neyse ki kendi kendime halledebilme yetisine sahibim.. Halbuki hiç bir yeri sahiplenmek değil mesele..Ertesi gün gideceğini bilsen de; orada kendinden bir şey bırakabilmeyi sevmeli insan yinede.. İnsanların hayatlarında izler birakmak güzel sevgili okur. 
Ve fakat benim hayatımda en güzel izlerden birini bırakan ve muhtemeldir ki bırakmaya devam edecek olan , bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki arkadaşlarımdan en serçesi bugün darmadağın etti beni..Uzun zamandır benden dolayı arka plana attığımız görüntülü konuşma gecemizi yaptık günler sonra. Kocaman ,dev gibi bir adamın ağladığını gördüm. Bardaktan boşanmış yağmur gibi oluverdi karşımda.  Çoğusu görünüşüne bakıp yanına yaklaşmaya çekinir bu beni yer diye..Annenin karnında ikizini mi yedin diye çok dalga geçilmişliği bile var benim tarafımdan..Oysa onunkisi çocukken geçirdiği bir hastalıktan..Böyle zamanlarda yazmaya itiyor işte beni.. Her ne kadar acılar farklı olsa da hissettirdikleri tektir..Kaça kaça varacağı yer insanın, yine olmaz olası kendi içinden başka yer değildir..İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ne demektir iyi bilirim anlayacağın..İşte bu yüzden; karanlık bir odada dilini bilmediğim şarkılar çalarken, plastik bir makyajla kendi kılığıma giren martıların kanatlarına astım bana bahşedilen her şeyi.. Ardından el sallayıp kendi ellerimle içimdeki çocukların gidişini izledim..
Kalem oynatmadan geometri çözebilmeyi marifet sandığım zamanlar geliyor şimdi aklıma.. Yeni yeni kendi hayatımın tam karşısına bir hipotenüs indirmeyi başarmış olmak ise artık umrumda bile değil.  Sevsem de sevmesem de kendi doğrularım ,kendi hatalarım oldu hep. Başıma ne geldiyse sorumluluğunu alabilecek kadar ermeye bile başladım.. İnsanın başına gelecek en leş, en berbat duygu kuşkusuz kendi kendinde barındırdığı ve çoğu zaman kendisine bile anlatamadığı o malum olmamışlık hissidir..
"İnsanı ayakta tutan şey yarınıdır, yarınını bilmiyor olmak hayata bağlar insanı " diyor Oğuzcum Atay bir kitabında..Denize sıfır bir kır bahçesinin serin bir akşamüstünde okumuştum bu satırları..Kendimi kaptırmış gidiyordum ki ilerden gelen tren sesiyle irkiliverdim..Bir sigara yakıp okumaya ara verdim sonra..Uzun uzadıya düşündüm.. Yarınını bilmiyor olmak ne büyük bir kudret şu insan denilen bit parçası için..Umut iyi bir şey midir sahiden. Tüm bunları yazarken sandığınız kadar melankolik falan da değilim üstelik, bilakis keyfim her zamankinden de yerinde. Bu aralar eski şairlere bile özenmedim. Yedi şiir bıraktım taslaklara sadece. Kızmamayı öğrendim mesela.. Ağlayınca şekeri geri verilmiş çocuk gibi zamanın tadına erişmeyi öğrendim..Gün geçtikçe sorumluluklar artıp, kahkalarla eşlik ettiğimiz sohbetler azalsa da keyif almayı öğrendim..Ruhumu serbest bırakıp, sözcükleri derman ettim yüreğime.. 
Zaman önümüzde,zaman gerimizde..Zaman yanımızda değil hiç birimizinde..Bu yüzden geride kalan bizleriz belkide..Zamanla yarışmak kimin, ne haddine! Yani zaman da geçer,insan da değişir, gördüğün ve algıladığın dünya; yaşadıklarından edindiğin tecrübeler de değişir. Ve en çok kendi değişimine hayret eder insan. 
Değişmeyi tetikleyen etkenleri, içimize "usul usul yağan karbonmonoksit"leri, ve günlük hayatta rutin işlerle bile uğraşırken kulağımıza fısıldayıp duran keşkeleri.. O keşkeleri alıp yerine gül bahçesi koymak için neler vermez ki insan? 
Bize kalan ise sadece yaşamaya devam etmek..
Gereksiz kaygı gütmeden, karşımızdakini kelimelerimizle yok etmeden, illa tanıdık bir leyleğin bizim üzerimizde kanatlanacağı umudunu kaybetmeden. 
Ve inat etmeyi bilmek..
Ölmemek için..
Sevdiğimizin yaralarına çiçek ekmeden...



Yorumlar

Popüler Yayınlar